22 Aralık 2011 Perşembe

Okumak

  Benim çok eskiden aklımdan geçen bir konu üzerine karaladığım bir hikayeyi blog'a eklemek istedim. Umarım beğenirsiniz.


  Gecenin karanlığında, ellerine baktı. Bu buruş buruş, titreyen, lekeli eller onun muydu? Ama yaşadım diye düşündü. Ben hissettim,sevdim, sevildim, kızdım, üzüldüm. Yanındakine döndü.
-  Bugünlük bu kadar yeter, güzel kız. Yarın yine aynı saatte ne dersin?
Sözlerini bitirir bitirmez, tekrar içine kapandı. Ben yaşadım ve o an aklına herşeyin başladığı zaman geldı bundan tam yetmiş sene önce karlı bir kış sabahıydı. Okumayı yeni çözmüş ve bulduğu herşeyi okumaya çalışan yedi yaşında bir çocuk. Sabahleyin annesinin melek gibi sesiyle uyanmıştı;
- Günaydın kova kalk bakalım! Sana bir hediyem var.
Merakla gözlerini nasıl hemen de açıp annesinin kucağına atılmıştı. Annesiyle kah koşarak kah hızlı hızlı yürüyerek  oturma odasına vardılar. Bu kısa ama bir o kadarda uzun yolculuk sona erdiğinde yaşadığı kalp çarpmasını, heyecanını bugün bile hatırlıyordu. Annesi yıllar sonra bu hikayeyi anlatırken nasılda heyecanla gözlerinin parladığından bahsediyordu – Ah anneciğim nerelerdesin? – Bazen çok yaşamak iyi değildir bugün bunu bir kere daha anladı. Karşısında gördüğü şeyi nasıl tarif edebilirdi? Veya bu kadar sene geçmiş olmasına rağmen nasıl unutabilirdi. O zamanlar içinde yaşamaya çalıştığı küçücük dünyasını kocaman bir dünya yapan varlığa bakıyordu. Uzun, o yaştaki bir çocuğa göre dünyalar büyüklüğünde bir kütüphane ve önüne konmuş bu minik adamın dünyasına göre hazırlanmış kendi boyutlarında bir okuma sandalyesi, masası ve lambası. Şaşkınlığından kurtulmasının ne kadar uzun sürdüğünü ne şimdi tam olarak hatırlıyor nede tahmin edebiliyordu. Ama farkına varır varmaz annesinin boynuna atlayıp  – teşekkürler , teşekkürler! Çığlıkları arasında onu öpücüklere boğmuştu. Annesi o yeşil gözleriyle nasılda gülümsüyordu oğluna. O günden sonra Kova bütün günlerini okuldan artakalan saatlerini hep o kütüphanede geçirdi Jules Verne ile denizler altına, Pıtırcık ile maceradan maceraya, şeker portakalı ile farklı bir yaşayışa kısacası kitaplarla dünyaya aşık oldu. Çok gördü Kova, çok da yaşadı. Ama daha on yaşına geldiğinde okula gelen acı haberle sarsıldı. Babasını kaybetmişlerdi. Çok ağladı çok üzüldü ama en çok annesine üzüldü. Çünkü her nekadar bunu düşünmek bile acı versede bir daha annesinin gözlerinin içini gülerken görmedi. Babasının ölümünden sonra maddi zorluklar başladı. Kova bir sabah kalktığında artık zamanın geldiği fakat ne annesinin nede kendisinin kabul edemediği şeyi yapmaktan başka sanşları kalmadığını biliyordu. Annesinin yanına gitti ve kitapları satmaları gerektiğini buna üzülmemesini çünkü ilerde öğretmen olduğu zaman çok daha fazlasını alacaklarını söyledi. Ah annesinin gülmeye alışık gözleri,  o bakışları bir daha hiç bir zaman unutmadı ve ne zaman yastığa başını koysa, tekrar tekrar gördü. Ertesi gün okuldan geldiğinde kitaplık ve içindekiler artık odada yoktu. O günden sonra orada burada irili ufaklı işlerle çalışarak annesine destek olmaya çalıştı. Annesi ise sırf oğlunu okutabilmek için ne iş bulsa yaptı. Fakat annesi kısa ama içinde çok acılar barındıran hayata daha fazla dayanamadı  ve Kova liseye giderken bir daha görülmemek üzere kayboldu. Kova bütün üzüntülerine rağmen annesi ve babası için okumaya devam etti. Öğretmenlik mesleğini seçti. Birçok farklı şehirde öğretmenlik yaptı . Bütün boş zamanlarını okuyarak geçirdi. Hiçbir zaman evlenmedi ama öğretmenlik yaptığı köylerden birinde kızını okutmayı çok isteyen fakat maddi durumu olmayan bir ailenin kızını himayesine aldı ve okuttu. Nuray çok başarılı bir doktor oldu ve dünyayı mesleği ile gezdi gördü. Kova çok şey yaşadı, çok şey gördü. Bugün artık gözleri okumasına elvermiyordu. – Ah yaşlılık ! – Ama kızı ona hala hergün kitap okumaya devam ediyordu. Kova dünyayı biliyor Afrikayı, Amerikayı , Avrupayı  çok gezdi o çok gördü çok tanıdı. Ama hiçbirine gitmedi. Çünkü onun dünyası kitaplardı. Bazen kendi kendine düşünür, kızının dünyası mı daha güzel yoksa kendisininki mi ? Birşeyden çok emin. Dünyayı en güzel anlatan şey edebiyattır. Sartre’dır, Camus’dur Dostoyevski’dir, Yaşar Kemal’dir, Charles Dickens’dır. O dünyayı onların gözlerinden gördü. O dünyayı herşeyiyle tanıdı.Artık ölürken ülkesine hediye edeceği iki bin kitaplık dünyanın bir yansıması var.

8 yorum:

  1. Bir romanın önsözünü okumaya başlarken birden sona ulaşılmış gibi, tadı damakta kalıyor. Bence en az bunlar kadar güzel şeylerle genişletebilirsin.. Çok hoş :)

    YanıtlaSil
  2. Çok teşekkür ederim. Düşüncelerin benim için çok önemli Tolgacım.

    YanıtlaSil
  3. Eline sağlık .Çok güzel olmuş.

    YanıtlaSil
  4. Çok teşekkür ederim canım.

    YanıtlaSil
  5. Gerçekten güzel bir hikâye olmuş, Tabi Tolga Erbak'a da katılmamak elde değil. :) Bu arada Camus'un L'étranger ve La Chute'unu okumuştum. Diğerlerini de okuyacağım siz hangisini önerebilirsiniz?

    YanıtlaSil
  6. Çok teşekkür ederim :) okuduğunuz iki Camus eseride inanılmazdır. Bence onlar kadar inanılmaz olan bir Camus eseri de "La Peste"dir. Umarım okumaya fırsatınız olur.

    YanıtlaSil
  7. Teşekkürler, en kısa zamanda okuyacağım, şimdiden sabırsızlanıyorum.

    YanıtlaSil
  8. çok pardon. öss dil sınavında gözetmenlik yaptınız mı acaba?

    YanıtlaSil