30 Aralık 2011 Cuma

Top 10

1 - Stefan Zweig - Satranç
"siyah olan ben, beyaz olan ben'in yapacağı her hamleyi heyecanla bekliyordu."
2 - Hakan Günday - Azil
"sevgi, tırmananları birbirine bağlayan bir halattı. biri düşerse diğerlerinin hayatta kalması için halatın kesilmesi gerekiyordu. ancak sevgi, kesilemeyecek kadar kalın bir halattı ve sonunda herkes düşerdi. aptallar sevdikleriyle düşer, kötüler sevdiklerini aşağı çeker."
3 - Boris Vian - Günlerin Köpüğü
"her yanı dökülüyor kutunun ve ağladı colin, chloe'si zedelenmiştir diye"
4 - Orhan Pamuk - Yeni Hayat
 "kederden ölüyormuş gibi yaparak yürüdüm karanlığa kederden ölerek."
5 - Sabahattin Ali - Kürk Mantolu Madonna 
"insanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar." 
6 - Caterina Bonvicini - Köpekbalıklarının dengesi 
"Denge bir balıktır, dümdüz yüzen bir balık" bu kitap yorumlarını okurken karşılaştığım bir başlık bence kitabı tamamiyle tanımlıyor.
7 - Pascal Quinard - Dünyanın Bütün Sabahları
"-müziğin içinde neyi arıyorsunuz, bayım?
-üzüntüleri ve gözyaşlarını arıyorum."

8 - Albert Camus - Sisifos Söyleni
"gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır: intihar."
9 - Nermin Bezmen - Kurt Seyt ve Shura
Herşeyiyle mükemmel bir aşk kitabıdır. Inanın bir cümle seçemedim :)
10 -  George Orwell - 1984
"Azınlıkta olmak, bu azınlık tek bir kişiden oluşmuş bile olsa, insanın deli olması demek değildir."
     
     Bu yıl yaklaşık 60 - 70 kitap okumuşum. Tabii bu kitap sayısı çok daha fazla olabilirdi. Fakat geçirdiğim ufak çaplı bir rahatsızlıktan ötürü bir ay hiçbirşey yapamadan uzandım durdum. Okuduğunuz kitapların içinde ilk on seçmek gerçekten çok zor. Fakat elimden geldiğince en çok aklıma takılan, etkisinde kaldığım eserleri buraya yazmaya çalıştım. Umarım okuyanların hoşuna gider ve sizlerde okur beğenirsiniz. Yorumlarınızı eksik etmeyin sevgili okuyucular. 


Not 2: Yeniyılınız size mutluluklar, sevinçler ve en önemlisi sağlık getirsin. Bol kitaplı bir yıl olması dileğiyle...

Stefan Zweig - Satranç

         Kitabın önsözünde de bahsedildiği gibi Zweig bu eserini eşiyle beraber intiharından kısa bir süre önce bitirmiş. Bu ruh halini, git-gelleri sıkça eserin içinde görüyoruz. Beni en çok çeken ise bu git-gellerin anlatılmasındaki detaylar, tasvirler, duygu yoğunlukları oldu.
          Zweig öykü içerisinde satranç metaforuyla daha farklı konulara parmak basıyor. Kitabın içerisinde yer alan iki ana karakter var. Biri Czentovic; herkese tepeden bakan, satranç şampiyonu Czentovic ile "Hitler" arasında satır aralarında da rastlayabileceğiniz bir bağlantı var. Diğer ana karakterimiz ise; Dr.B; aylarca Gestapo tarafından işkenceye uğramış, bir "Hiçliğin" ortasında bırakılmış olan Dr.B kitabın içerisinde hep insancıllığıyla ön plana çıkan ve bu yönüyle de Czentovic'e tamamen ters yaratılmış bir karakter. Belkide Dr.B karakteriyle S.Zweig bizleri kendi iç dünyasına davet ediyor. Aynı zamanda yazar yarattığı Dr.B karakteriyle kendi içinde olduğu bunalımları, umutsuzluklarını, yaşadığı ikilemleri bizlere anlatıyor. Bunun en güzel kanıtı ise benim halen unutmadığım ve büyük ihtimalle uzun süre aklımı kurcalamaya devam edecek olan;
"siyah olan ben, beyaz olan ben'in yapacağı her hamleyi heyecanla bekliyordu." cümlesinde gizli.
           Yazarın muhteşem karakter psikanalizleri, yazarın yaşadığı dünyayı anlatırken kullandığı büyüleyici betimlemeleri ve doğru kelime seçimleriyle ve en önemlisi "Satranç" metaforuyla ortaya koyduğu bu muhteşem yetmiş sayfalık öykü mutlaka okunması gereken bir başyapıt.Eğer imkanınız varsa bu büyüleyici öyküyü bir solukta okumanızı tavsiye ederim. Benim yazardan okuduğum ilk kitap fakat son olmayacağı kesin.

22 Aralık 2011 Perşembe

Okumak

  Benim çok eskiden aklımdan geçen bir konu üzerine karaladığım bir hikayeyi blog'a eklemek istedim. Umarım beğenirsiniz.


  Gecenin karanlığında, ellerine baktı. Bu buruş buruş, titreyen, lekeli eller onun muydu? Ama yaşadım diye düşündü. Ben hissettim,sevdim, sevildim, kızdım, üzüldüm. Yanındakine döndü.
-  Bugünlük bu kadar yeter, güzel kız. Yarın yine aynı saatte ne dersin?
Sözlerini bitirir bitirmez, tekrar içine kapandı. Ben yaşadım ve o an aklına herşeyin başladığı zaman geldı bundan tam yetmiş sene önce karlı bir kış sabahıydı. Okumayı yeni çözmüş ve bulduğu herşeyi okumaya çalışan yedi yaşında bir çocuk. Sabahleyin annesinin melek gibi sesiyle uyanmıştı;
- Günaydın kova kalk bakalım! Sana bir hediyem var.
Merakla gözlerini nasıl hemen de açıp annesinin kucağına atılmıştı. Annesiyle kah koşarak kah hızlı hızlı yürüyerek  oturma odasına vardılar. Bu kısa ama bir o kadarda uzun yolculuk sona erdiğinde yaşadığı kalp çarpmasını, heyecanını bugün bile hatırlıyordu. Annesi yıllar sonra bu hikayeyi anlatırken nasılda heyecanla gözlerinin parladığından bahsediyordu – Ah anneciğim nerelerdesin? – Bazen çok yaşamak iyi değildir bugün bunu bir kere daha anladı. Karşısında gördüğü şeyi nasıl tarif edebilirdi? Veya bu kadar sene geçmiş olmasına rağmen nasıl unutabilirdi. O zamanlar içinde yaşamaya çalıştığı küçücük dünyasını kocaman bir dünya yapan varlığa bakıyordu. Uzun, o yaştaki bir çocuğa göre dünyalar büyüklüğünde bir kütüphane ve önüne konmuş bu minik adamın dünyasına göre hazırlanmış kendi boyutlarında bir okuma sandalyesi, masası ve lambası. Şaşkınlığından kurtulmasının ne kadar uzun sürdüğünü ne şimdi tam olarak hatırlıyor nede tahmin edebiliyordu. Ama farkına varır varmaz annesinin boynuna atlayıp  – teşekkürler , teşekkürler! Çığlıkları arasında onu öpücüklere boğmuştu. Annesi o yeşil gözleriyle nasılda gülümsüyordu oğluna. O günden sonra Kova bütün günlerini okuldan artakalan saatlerini hep o kütüphanede geçirdi Jules Verne ile denizler altına, Pıtırcık ile maceradan maceraya, şeker portakalı ile farklı bir yaşayışa kısacası kitaplarla dünyaya aşık oldu. Çok gördü Kova, çok da yaşadı. Ama daha on yaşına geldiğinde okula gelen acı haberle sarsıldı. Babasını kaybetmişlerdi. Çok ağladı çok üzüldü ama en çok annesine üzüldü. Çünkü her nekadar bunu düşünmek bile acı versede bir daha annesinin gözlerinin içini gülerken görmedi. Babasının ölümünden sonra maddi zorluklar başladı. Kova bir sabah kalktığında artık zamanın geldiği fakat ne annesinin nede kendisinin kabul edemediği şeyi yapmaktan başka sanşları kalmadığını biliyordu. Annesinin yanına gitti ve kitapları satmaları gerektiğini buna üzülmemesini çünkü ilerde öğretmen olduğu zaman çok daha fazlasını alacaklarını söyledi. Ah annesinin gülmeye alışık gözleri,  o bakışları bir daha hiç bir zaman unutmadı ve ne zaman yastığa başını koysa, tekrar tekrar gördü. Ertesi gün okuldan geldiğinde kitaplık ve içindekiler artık odada yoktu. O günden sonra orada burada irili ufaklı işlerle çalışarak annesine destek olmaya çalıştı. Annesi ise sırf oğlunu okutabilmek için ne iş bulsa yaptı. Fakat annesi kısa ama içinde çok acılar barındıran hayata daha fazla dayanamadı  ve Kova liseye giderken bir daha görülmemek üzere kayboldu. Kova bütün üzüntülerine rağmen annesi ve babası için okumaya devam etti. Öğretmenlik mesleğini seçti. Birçok farklı şehirde öğretmenlik yaptı . Bütün boş zamanlarını okuyarak geçirdi. Hiçbir zaman evlenmedi ama öğretmenlik yaptığı köylerden birinde kızını okutmayı çok isteyen fakat maddi durumu olmayan bir ailenin kızını himayesine aldı ve okuttu. Nuray çok başarılı bir doktor oldu ve dünyayı mesleği ile gezdi gördü. Kova çok şey yaşadı, çok şey gördü. Bugün artık gözleri okumasına elvermiyordu. – Ah yaşlılık ! – Ama kızı ona hala hergün kitap okumaya devam ediyordu. Kova dünyayı biliyor Afrikayı, Amerikayı , Avrupayı  çok gezdi o çok gördü çok tanıdı. Ama hiçbirine gitmedi. Çünkü onun dünyası kitaplardı. Bazen kendi kendine düşünür, kızının dünyası mı daha güzel yoksa kendisininki mi ? Birşeyden çok emin. Dünyayı en güzel anlatan şey edebiyattır. Sartre’dır, Camus’dur Dostoyevski’dir, Yaşar Kemal’dir, Charles Dickens’dır. O dünyayı onların gözlerinden gördü. O dünyayı herşeyiyle tanıdı.Artık ölürken ülkesine hediye edeceği iki bin kitaplık dünyanın bir yansıması var.

Hakan Günday'ın Azil'i

                 Hakan Günday'dan okuduğum ilk eser. Bir akşam okumaya başladım, elimden bıraktığımda ise bitmişti. Her zaman duyduğumuz "bir solukta okunma" kavramının birebir örneği. Ben arkadaşlarıma bu kitabı tavsiye ederken; dahi ile delilik arasında gidip gelen bir insanın beynin içine girmenin hazzını almak istiyorsanız kesinlikle okuyun diyorum. Bu ince çizgi ancak bu kadar asi ve değişik kelimelerle bu kadar güzel olarak Hakan Günday tarafından anlatılabilirdi. Kitaptaki Azil karakteri felsefi açıdan çok sağlam şekilde kurgulanmış. Aslında çok kısa görünen (210 sayfa) bu kitap içinde barındırdığı alt-metinlerle hem kalınlaşıyor hemde aldığınız haz tavan yapıyor. Ayrıca Hakan Günday sadece bir romancı olmadığını aynı zamanda çok da iyi bir felsefeci olduğunu bu eserle ortaya koyuyor. Kitabın içinde iyilik-kötülük, Tanrı, Varoluş gibi bir çok önemli felsefe konusu daha evvel anlatılmadığı tarzda anlatılıyor bu da kitabın vuruculuğunun ve asiliğinin artmasını sağlıyor. Kitaptan aklımda kalan çok güzel cümleler var. Bunlardan bazıları;
* "tanrının tanrısı yok. biz ona inanıyoruz, ama o hiçbir şeye inanmıyor."
* "sevgi, tırmananları birbirine bağlayan bir halattı. biri düşerse diğerlerinin hayatta kalması için halatın kesilmesi gerekiyordu. ancak sevgi, kesilemeyecek kadar kalın bir halattı ve sonunda herkes düşerdi. aptallar sevdikleriyle düşer, kötüler sevdiklerini aşağı çeker."
* "davranışa dönüşen düşünceler daima geçmişe aittir."
* ''azınlıklar, ne etnik ne dinsel ne de renklere ilişkin olanlardır. yeryüzü ve dışındaki tek azınlık, yanıtlardır. her şeyi ve herkesi sorular yönetir.''
          Ben bu kitabı bitirdikten sonra Hakan Günday'ın beş kitabını daha okudum ve şuan da altıncısını okuyorum. Sizlere de şiddetle tavsiye ederim. Her iyi okuyucunun mutlaka okuması gereken bir kitap. E hadi ne duruyorsunuz ?