30 Ocak 2012 Pazartesi

Tarihi Bir "Grand Slam"

   
      Beni yakından tanıyanlar tam bir spor aşığı olduğumu bilirler. İnsanların hayallerine ulaşmaya çalışırken vücutlarının limitlerini zorlamaları, terlerinin son damlasına kadar efsaneler arasına girmeye çalışmaları ve mental olarak bunu başarabilecek kadar güçlü olmaları beni her zaman büyülemiştir. Dolayısıyla spor seçmeden en iyileri izlemekten büyük keyif alırım. Geçtiğimiz iki hafta boyunca süren Avusturalya Açık dört büyük tenis turnuvasından biri. Bu büyük turnuvalara yurt dışında "Grand Slam" deniyor. Turnuva süresince "epic" yani efsanevi maçlara tanıklık ettik. Bunların içinde her zamanki gibi tenis tarihine damgasını vurmuş "Federer - Nadal" ve yeni yeni doğmaya başlayan güçlü bir rekabet ve inanılmaz bir maç olan "Murray - Djokovic" maçları da yeraldı. Ama bir maç vardı ki; bu iki tenisçinin neden final oynadığını neden dünya bir ve iki numarası olduğunu kanıtladı. Avusturalya Grand Slam 2012 finali Djokovic vs Nadal.
      Avusturalya açık turnuvasının en büyük zorluklarından biri de sıcaklıktır. Epik bir finale tanıklık edecek 29 Ocak günününde diğer günlerden hiçbir farkı yoktu. Sıcaklık 30 dereceyi geçiyordu. Daha evvel altı maç üst üste Djokovic'e yenilmiş olan Nadal, aslında rakibini iyi çalışmıştı. İlk seti Nadal aldı. Sonraki iki seti Djokovic aldı ve 2-1 öne geçti. Nadal dördüncü seti alarak durumu 2-2'ye getirdi ve son seti de Djokovic alarak şampiyon oldu. Sonuna kadar kimin kazanacağı belli olmayan final resimde de görebileceğiniz gibi beş saat elli üç dakika sürerek tarihin en uzun süren Grand Slam Finali oldu. Bundan bir önceki en uzun final ise 1988 senesinde dört saat ellidört dakika ile Amerikan Açık finaliydi. Buna rağmen Avusturalya saati ile maç gece bir otuzda bitmiş olmasına rağmen ve hiçbir toplu taşıma kalmamasına rağmen hiçbir seyirci Rod Lever Arena'yı terk etmedi.  İki sporcunun fiziksel koşullara dayanması birbirini zorlayarak tenisi bir üst noktaya çıkarması bizlere unutulmaz bir final yaşattı. Daha içimden "bu vuruş çıkar mı?" derken bir başka inanılmaz vuruşu izlemek ve bunu altı saat boyuncu yaşamak hala düşündüğümde tüylerimi diken diken ediyor. Beşici set oynanırken gözlerimi kırpmamaya çalıştığımı fark ettim. Her vuruş bir öncekinden daha iyi, oyuncuların yaptığı her koşu bir öncekinden daha güçlüydü. Nasıl yorulmadılar, nasıl dayanıyorlar gibi sorular sordum içimden belki sizler de. Bu sorular üzerine kendime ve sizlere verebileceğim tek cevap bu iki insanın özel olmasıdır. İkisi de müthiş sporcular ve çok çalışıyorlar. Tabiri caiz ise spor için yaşıyorlar ve yaşadıkları bu özel anların keyfini çıkarıyorlar. Nadal'ın kitabında yer alan bir sözden çok etkilenmiştim sanırım final maçında iki sporcunun da terlerinin son damlasına kadar çaba sarf etmesinin en iyi açıklaması bu sözle gerçekleşebilir. Nadal diyor ki "Biliyorum bir sporcunun spor yaşamı çok kısa bu yüzden elimden geldiğince değerini bilmeye çalışıyorum." İşte dün yaşanan epik finalde iki sporcunun da yaptığı buydu. Ellerinden geldiğince bu büyülü anı yaşamak ve kazanmak. Djokovic'in Finalden sonra sarfettiği sözlerinde de belirttiği gibi ne yazık ki iki kazanan olamıyor. Bu final tenis de neden beraberlik yok diye hayıflandığım nadir maçlardandı.İki sporcuyu da ayakta alkışlamaktan başka yapabileceğimiz hiçbirşey yok.Bizler şanslı bir nesiliz tarihin en iyi finallerinden biri ve  unutulması mümkün olmayan bir spor olayına şahitlik ettik. Belkide insanlar ilerde bu tarihi finalin filmlerini kitaplarını yapacaklar. Hala izlemediyseniz Eurosport bu hafta içinde tekrarlarını bir çok kere verecektir. Lütfen oturun izleyin ve keyfini çıkarın çünkü bazı insanlar o kadar özel ki imkansızı başarıyorlar.

3 Ocak 2012 Salı

José Saramago - Körlük

      Körlük, 1998 yılı 'Nobel Edebiyat Ödülü' sahibi Portekizli yazar Jose Saramago'nun okuduğum ilk kitabı ama kesinlikle sonuncu olmayacak. J.Saramago'nun yarattığı kurgu inanılmaz, bütün kitap boyunca örümcek ağı gibi etrafınızı sarıyor ve kitabı elinizden bırakmak istemiyorsunuz. Kitap dahice kurgulanmış bu hikayenin arkasında; insana insanlığını, sorgulatıyor ve bittikten sonra insanda soğuk bir duş etkisi yaratıyor.
        Öykünün gerçeküstü olduğu yadsınamaz bir gerçek zaten Saramago da bunu saklamaya çalışmıyor. Karakterlerinin ağzından başlarına gelen şeyin ne kadar inanılmaz olduğunu birçok kere duyuyoruz. Saramago belkide ortada bulunan öyküyü daha da güçlendirmek için karakterlere isim vermemiş. Birinci kör, doktor vs gibi isimler geçiyor kitabın içinde. Aynı zamanda konuşmaları birbirinden ayıran hiçbirşey yok. Kitap sadece noktalardan ve virgüllerden oluşuyor. Konuşmalarda bir süre sonra okuyucu ile yazar arasında bir nevi monolog'a dönüyor. Jose Saramago her karakterine büyük özen göstermiş bunu anlamamak gibi bir durum olamaz. Hepsini tek tek ince ince oluşturmuş ve bu karakterleriyle bizleri, yaşayışımızı ince ince iğnelemiş. Sanırım bu kitap hakkında daha fazla konuşmamalıyım yoksa ağzımdan (pardon kalemimden veya klavyemden mi demeliyim?) kitabın içeriği hakkında bilgi kaçıracağım :)
          Özetleyecek olursak; bu kitabı mutlaka okuyun ve J.Saramago ile tanışın! ve bu farklı üslup ile kendinizden geçin.

1 Ocak 2012 Pazar

José Saramago

Blogda da paylaştığım gibi şu sıralar Jose Saramago'nun Körlük adlı eserini okuyorum. Cidden müthiş etkisi altına aldı beni ve interneti araştırmaya başladım youtube'da Jose Saramago'nun Körlük adlı kitabından uyarlanan filmi ilk kez izlerken verdiği tepkiyi gösteren bir video buldum. İnanılmaz etkilendim. Sizlerlede paylaşmak istedim